15 Kasım 2011 Salı



Özgür Şehir


Bir zaman tutsaklığın, bir zaman hükümranlığın beşiği olan şehir...
Şehir; nazlı, mızmız. Şehir; karmaşık, düğümlü.Şehir; müsvedde, pervasız.
Şehir; lafazan, asalak. Şehir; kamuflaj, rota. Şehir; ambar, kalkan. Şehir;
hercai, özgür.


İstanbul...
Özgürlüğümün kenti, özgür kent. Hani uzun süre kullanıldığında, bağımlılık
yapan. Dışında kalınca, sanrılar görülen, titrenilen. Hani fazla
kullanıldığında bulantı yapan. İçine işleyince, sancılar çektiren, kıvrandıran.


İstanbul...
Pembe yanaklı yârin bir buse için her eğilişinde, kollar arasından süzülen
nazlı hâli. Bir yanında davul, zurna; bir yanında keman, piyano çalınan bir
karmaşa. Varoşun şehre, şehrin varoşa ekmek adına, sonsuza değin
düğümlendiği diyar. Her matemde, her yitirişte, her açlıkta alna biraz daha
kara çalan, karaladıkça, karalandıkça büyüyen kent.


İstanbul...
İnsana süslü paketlerle değil, tüm çıplaklığıyla açlığı, acıyı, çaresizliği
sunan şehir. Ve bu şehrin pervasız küfürbazları. Küfür, tek direniş. Küfür,
tek insanca yönü hayatın. Küfür, yaşadığına tek işaret.


İstanbul...
Konuştukça konuşulan. Söylenecek sözlerin hiç tükenmediği, tükenemediği
kent; tüm mahalleyi birbirine anlatan, lafazan Melahat abla misali. Kanım
gibi, canım gibi soluduğum kent. İçinde varlığımın, bir pirenin yaşamına
denk düştüğü ülke. Bir günün diğerinden farkı, sadece giysilerimdeki
tercihim. Yiyorum, içiyorum, giyiyorum, çıkarıyorum, uyuyorum, kalkıyorum,
yürüyorum ama koşamıyorum. Ben İstanbul´da yaşıyorum.


İstanbul...
Köyden kente göçerken, ahtı vardır her bir kişinin. "Döndüğümde çok
değişeceğim, farklı olacak her şey, çok güzel olacak." Açlığını, korkularını
gizler İstanbul´a. Kimisi kan davasından kaçar, gizlenir. Şehrin, korkulanı,
kanı üstüne almadığını bilmez. Masumca gizlendiği bu diyar, sahnesi olur
kişinin. Doğaçlama oynar en büyük eserini,hayatını.


İstanbul...
Asla bir yön vermez hayatına. Yönünü şaşıranların şehridir İstanbul.
Doğrularla, insanca yaşarsan, yön vermeyecek kadar nekestir. Sen yeter ki
gururundan, insanlığından bir ödün vermeye gör; ne cömert, ne cömert! Sende bir parça insanlık kalmayıncaya dek, serer önüne tüm şaşalı nimetlerini. Yön vermiştir sana, hayatına, insanlığına.


İstanbul...
Asırlardır üzerine aldığı insanlığın yüküyle tahıl ambarına dönmüştür şehir.
Azık, açlık, dostluk, düşmanlık, gerçek, yalan... Her ne varsa acıtan,
coşturan, içinde saklı tutar, sen görmek isteyene dek.


İstanbul...
Günler günleri kovalayıp beceriksizliğin ayyuka çıktığında kalkanındır
İstanbul. "Yedi, bitirdi beni," dersin. "Aldı, hiç vermedi. Getirdi, geri
göndermeye merhameti de yok, niyeti de." Bir insanmışçasına nefret ettiğin
şehir, en önemli savunman olmuştur. İstanbul bu, işini bilir.


İstanbul bu...
Bir sever, bir terk eder. Bir kalbe binlerce sevdayı yükler. Bir yâri
öperken, diğerini okşar. Hercai kentin hercai yaşamları sahneden hiç
inmezler. Zamanla sevdayı yaşamışlıklarına ödül bile beklerler.


İstanbul...
Kiminin tutsaklığı, kiminin paşalığı, birinin nazı, diğerinin en büyük
karmaşası, bazılarının düğümü çözemediği. Kimini karaladıkça karalayan,
kimini aklaştıran. Ötedekini pervasız bir küfürbaz, beridekini hanım evladı
kılan. Birkaçını konuştukça konuşan bir lafazana çeviren, kimini ise ne
ettiğini, ne söylediğini bilmeyen bir asalağa döndüren. Bazılarının rotasına yön veren, birinin ambarı, bir başkasının kalkanı...

Ey şehr-i İstanbul, özgürlüğümün kenti.

Ey şehr-i İstanbul, hercailiğime tek kanıt.

Esaretinde özgürüm. Sen, hayatımın en önemli öğretmenisin.

13 Eylül 2011 Salı

ELLERİMLE YAŞIYORUM


Çocukluğum köyde geçti benim. Karanlığın, tek katlı, eski evimizin duvarına vurduğu karamsarlık beni boğardı. Umutsuzluğum doruk noktasına ulaştığında, dört tarafı dereyle çevrili yüksek tepeye sığınırdım. Yuvarlan- mamak için ellerimi dikenli otlara teslim ederdim. Bu teslim edişle zirveye varışım, ellerimin sızısını unuttururdu bana. Sonra dereye iner, çakıl taşları toplardım.Taşları birbirine vurur, çıkan sesin mutluluğu işaret etmesini dilerdim çocukça. Eve doğru yol alırken tüm kanıtları yok ederdim. Annemin tatlı serzenişlerine bile tahammülüm yoktu. Bir tek ellerimin kiri kalırdı kanıt olarak. Annemin o şefkat dolu gözleriyle gözlerim; kısa, kalın, beyaz ve sert elleriyle de ellerim buluşurdu. Şimdi bayramlarda öptüğüm o ellerdeki çizgilerin mazide kalan anısıyla hüzünleniyorum.

Yaşamım elime kalemi alıp çizdiğimin dışında, anlam veremediğim kuytulara sığınarak devam ediyordu. Zorlu lise yıllarından sonra rahat bir nefes alamadan yeni bir yarışa giriyordum: Evet, üniversite. Benim planladığım, umduğum kadar kolay değildi hayat. Başarmak da inanmakla doğru orantılı değildi. Düşünüyordum, keşke bir sanatkar olabilseydim, diyordum. Sanatımı ellerimle yarattığım eserlerde görselerdi. Yazılı sınavlar yerine, sergilerim, teşhir salonlarım olsaydı. Belki ressam, heykeltıraş ya da marangoz olmalıydım. Aklımın, düşüncelerimin, bilgimin elimle kağıda dökülemeyişine içerliyordum.

Ben beceriksiz bir bahçıvanım. Çiçek ya da bir bitkiyi dikmek için boşluğu seçen biri. Kendi ellerimle diktiğim çiçeği göremiyorum. Boşlukta dolanıyor. Oysa kökleri, dalları, güçlü gövdesi olmalı. Evet, boşlukta çiçek dikiyorum. Benim ekinim olmak isteyen binlerce bitki var belki. Belki ruhum beceriksiz, belki de ellerim, bir çiftçinin kızı olmama rağmen.

Sen elimi yakan ateşin yıllarca gitmeyecek izisin. Yüreğime el yordamıyla bıraktığın iz asla gitmeyecek. Acı da çektirmez ama baktıkça için acır. İçtim yüzsüzleştim, sustum sakinleştim. Yüreğimin karşısında esirdi ellerim. Sana şiirler, mektuplar yazdı. Elini acemice de olsa ben tuttum. Puslu bir Afyon sabahında otobüsün ardından salladığım eldeki aşkımı kaybettim. Yüreğim hâlâ benimleydi, kanıyordu, susuyordu. İçerilerde bir yer sana ağlıyordu. Artık puslu sokaklardan eve varma vaktiydi. Ellerimi kaçırdım gözlerimden. Yüreğim bunca acıya, sevişe rağmen veda etmezken, ellerim son kez kalkmıştı... Şimdi anlıyorum, vedaları yürekler değil, eller yaşarmış.

Ağabeyim bir yılı aşkın süredir hastaydı, kanserdi. Son ziyaretimde sadece ellerine dokunduğumda varlığımı hissetmişti. O sabah kahvaltı edemedim. Ağzıma koyduğum lokmalar boğazıma diziliyordu, çay beni boğuyordu. Sigarayı titreyen ellerimle ağzıma götüremedim. Elim ne sırtıma ne de bana yetiyordu. Bir şey beni ağabeyime doğru itiyordu. Trene nasıl bindim, nasıl indim, anımsamıyorum. Evimizin önünde minibüsten indiğim anda ağabeyim adımı sayıklamış. Geldi, demiş. Eline dokunmamıştım oysa. Yüreği bilmişti beni bu kez. Yanına sokulmaya çalıştım. Sokulacak bir yanı kalmadığını unutmuştum. Ellerine sarıldım, ellerini öptüm. Ellerim terledi, gözlerim nemlendi. Arka odaya çekildim. Nereden bilirdim ki son kez ağabeyim diye ellerini seveceğimi? Şimdi bu ellerle yaşamaya çalışıyorum. Arada kokluyorum, arada uzak tutuyorum gözlerimden. Ben ellerimi seviyorum ağabeyim diye, çocukluğum diye, beceriksizliğim diye, başarılarım diye, sevdam diye...

24 Haziran 2011 Cuma



KENDİ GÖZÜMDEN ÖZÜME
Bir gün güneş her zamankinden daha çok gözümüzü alacak.
Üzerime çiğ taneleri düşecek ürpermeyeceğim
Gülümseyeceğim
Martıların kanat çırpışlarındaki manayı ruhumun süzgecinden geçirip tüm bedenimde hissedeceğim özgürlüğüm diye..
Papatyalar sevilip sevilmediğimi değil sadece sevdiklerim için yapraklarını feda edecekler
Deniz tüm heybetini varoluş partim için usulca saklayacak.
Tüm sırlarımı savuracak deniz
Aldırmayacağım
Daha vakit var ama biliyorum beklenir
Benim ülkem bugüne dek hep hüzünlü bulutları yaz yağmurlarına çevirdi başkaları için
Girişte vize sormadım giderken el salladım
Vedalara değil yeniden buluşmalara söz verdik ellerimizle
Benim ülkem umut verdi, güven aldı
Benim ülkemde seçimler hep adaylardan yana sonuçlandı
Tek yasak vardı başkalarından çok kendini düşünmeyecektin
Elime ne geçer yerine ben daha iyisini de yaparım dedim hep.
Geç gelenle, hiç gelmeyeni eşit tuttum ama hiç kızmadım.
Çok uzun zamandan sonra değerlilerimin bana değer vermediğini anladım üzüldüm ama nefret edemedim.
Sadece insan olmaları onları affetmemi sağladı hep.
Ben de hep affedildim ama zaten affedilmeyecek kusurlarım olmadı.
Kusursuza programlanmıştım kullanım şeklimi benimsedim ödülsüz şekilde başarılı oldum.
Bana alkış tutup azmettirenler kaybettiklerimin yasındayken keşke yapmasaydın diyecek kadar neyse ...
Kaybettiklerimle kazandıklarımı teraziye vurmadım, bana göre herkes haddini bilir ve haddince kazanırdı.
Su pınarlarının ortasında şişede su dağıtan kızı oynarken kör oldum.Dağıttığım suları sellere karıştıranları bile el edemedim kendime.
Sadece güvenmekle yetindiğim hiçbir şey beklemediğim insanların yıllar sonra hesap kesen tarafa geçmesiyle kötü kız olsamıydım diyorum yıllar sonra.
Sevdiklerim beni sevdiler mi? Ya da sevmenin herkese göre bir şeklimi vardı bilmiyorum.Bilmek isterdim dışarıdan bana bakıp beni sevmenin ne demek olduğunu ya da bana sinir olmanın ...
İlginç ama hala umudum var benim.
Yeniden diye başlayan cümleler kurup, yeniden güzel günler göreceğiz şarkısına eşlik edecek kadar.
Anne....
Ben artık kalbimin altındaki aynadan sıkıldım.
Beni böyle kimse hakedemedi ya da ben böyle kimseyi hakedemedim.
Benim güzel yarınlarımda hep güzel insanlar olsun olur mu?
Çünkü ben artık düşünmeye ve ağlamaya da-ya-na-mı-yo-rum...
Hey daha vakit var!

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Sevmeye Değecek Bir Bahar



Evden çıkmıştım, hiç bir sebebim yoktu.Yürümeye niyetliydim ki, kendimi minibüste buldum.Para uzattım en uzak mesafe olan yerin adını zikrettim.Yol gidiyordu ayağımın altından ben gidiyordum hayatımın içinden biraz uzak bir yere…Yol bitti..Geri dönmek işime gelmedi.Gördüğüm ilk mantıklı dükkana daldım.Alsana bir şarküteri.İnsan bir şarküteriden sebepsizce ne alabilir ki?Elbette su ,her derde devadır…Aldım suyumu yürüdüm.Su bana baktı iç dercesine.İçtim suyun bile susması gerekti bugün bu anda.Yürümeye devam ettim.Ne kadar yürüdüğümü iskelenin ucunda durup kağıt mendil satan çocuğun kolumu çekiştirmesiyle durduğumda anladım.Birde mendil katılmıştı yolcuğumuza.Sonra denize baktım,en sevdiğim şeye.Gel dedi usulca ısrarsız.O anladım ne kadar ihmal ettiğimi sevdiceğimi.Vapura bindim.Bu defa vapurla yürüdük suyum,mendilim,sigaram ve ben.Birde müzik çalar eşlik etti bize.Metin Kemal in o güzel yorumuyla.Uzunca süre Metin Kemal söyledi biz sustuk biz sustukça Zeki Müren çıktı sahneye..Biri indi biri çıktı..Bizde indik hep beraber Avrupa yakasının iskelesi olan bir semtinden vapurdan.Ama nerde olduğumuzu bir an bile düşünmedik.Kısa süre sonra suyun benim ihmalim yüzünden seyahatimizden zorunlu şekilde ayrıldığını farkettik.Üzülmedik.Sonra kağıt mendilin gözyaşlarıma teslim olup her bir cebime çantama büzüştürülüp koyulduğunu farkettim.Sigara paketimi de bir sigara verirmisin diyen gence hediye etmiştim teşekkür edip bir tane yeterliydi deyişine aldırmadan.Müzik çalarımın sahneside boştu şarjı tükenmiştim.İşte şimdi yanlızdım.Tamamen.Yoo hayır değildim.Deniz mini bir dalgayla Heyy! Yanındayım demişti bile bana.Sonra oturdum karşısına başladık hasbihale.Ben yine tükenmeye yönelik kışlar yazlar severek üzülmüş geri gelmiştim tek vefalı sevdiceğime.Sustu dinledi.Hiç konuşmuyordu.Ben devam ettim.Dedim artık değecek bir şeyler lazım sevmeye.Nice yalancı baharlardan sonra.Dedim sevmeye değecek bir sensin birde annem.Bana dediki denizim; sadece sevmeyi dene.Neyi sevdiğini nasıl sevdiğini, nasıl sevildiğini düşünmeden sev.Sevmeye değecek bir baharın mutlaka varolduğunu unutma.Dedim yine ukalasın.Senden aldığım her tavsiyeyle yine sana dönüyorum.Nedir bu bir oyun mu?Sen böylemi seversin?Sustu.Sustu uzun süre sustu.Bindim vapura bu defa farkındaydım herşeyin .Eminönü’nden Kad.köye dönüyordum.Tesadüfen su şişeme denk geldim yine.Aldım bir yudum tadı acıydı.Yinede çantama koydum yarım yudum kalmış olmasına rağmen şişeyi.Cebimden büzüşmüş kağıt mendilimi aldım sertçe sildim yaşlarımı.Yaşlıca bir amcadan tek bir sigara aldım.Oldukça sertti sigara.Öksürmemek için gözlerimi kızarttım, tıkandım.Beynimde şarkı söyledim.Öyle bir bağırıyordumki içimde kendi sesimden ürktüm sustum.O anda vapurun hoparlöründen Candan ın sesi yükseliyordu.”Ben kimim”…İndim vapurdan ben kimdim?Kimden şikayetçi?Kime minnettar?Sevmeye değer bahar nasıl bir şeydi?işte buydu sevmek…Şekli sureti olmayan sana bahar olanı görüp sevmekti aşk.Sadece bir kazak almak niyetiyle bir butik yerine alışveriş merkezine giden bir alışverişkoliğin şaşkınlığına düşüyorduk her matemde.Bu defa bir kitapçıya girdim.Tezgahtaki yeni kitapların arasından önceki kitabını güzel ama fikirlerinin hoşuma gitmediğini bildiğim bir yazarın kitabını aldım.Bana ters düşüncelere sahip bir insanın bakış açısıyla okuyacaktım Aşk’ı. Sevmeye değecek bir bahar arıyorum.Hava grileşmeden yağmur yağacak mesela.Tam şemsiye açmışken dinecek aniden.Gölgesiz ,şekilsiz tamamen duygusal…Ama illede bir bahar.Yaz değil,kış değil bahar…

22 Şubat 2011 Salı


ANKARA

Sisli ve serin bir Ankara sabahına çift kişilk koltukta gerinerek uyandım.Dondurucu bir soğuktu beklediğim.Oldukça da hazırlıklıydık ben , berem,atkım,çizmelerim.Soğuk olmasa da çok griydi yine Ankara.Metroyu bulmaya çalışırken içtiğim sigara hala diri olduğumu anlamamı sağladı.Bu düzenli bürokrasi şehrinde insanlar metro kuyruğunda bile oldukça saygılı ve kurallara uygun davranıyorlar.Sessiz sedasız metro yolcuğunun ardından oldukça temiz ve sessiz bir minibüs yolculuğu başladı.Kimse ayakta durmuyor.Bu sessizlik ve huzura benzeyen dinginlik iyice uykumu getirirken eve vardım.

Evin tek misafir olmadığımı kuşlarla birlikte kahvaltı etmeye alışkın değerli büyüklerimle masaya oturunca anladım.Bol sohbetli kahvaltı oldukça güzeldi.60 lı yaşlarında eski lise müdürü bir hocanın dini ve siyasi sohbeti öğreticiydi.Benim yarı yaşında olmama rağmen bazı şeyleri kavrayabildiğimi anlamamı sağladı.Sonuç olarak aklı ve kalbi birleştirmediğinde boşa oluyordu tüm çabalamalar.Cehalet insanın en büyük düşmanıydı.

Teyzemin taşınma telaşına ortak olduğumdan Ankara’nın neredeyse tüm mobilyacılarını gezmek zorunda kaldım.Ne kadar çok model ve teşvik edici kampanya vardı.

Şimdi yağmur yapıyor.Biraz ıslanınca kendimizi şımartmak için bir kebapçıya gitmeyi öneren teyzemi kırmadım.Ben tabağımla oynayıp teyzeme yer gibi görünürken gözlerim bir çift siyah göze takıldı, o gözlerde bana .Bir süre öylece bakıştık.Bazen gülüştük..Sonra arkadaş grubuyla birlikte kalktılar.Bu bakışıp gülüşme durumu bana çok sevdiğim bir şairin bir şiirini anımsattı.


“Uzaktan bakarsın,gülümserim ben
Bakışır geçeriz hiçbir şey demeden
Bilmem ki bu garip gülümsemeden
Ben ne kastederim sen ne anlarsın”

Ankara’da ikinci gün..

Hava yine kapalı.Şaşırmıyorum.Camdan bakıyorum.Hafiften kar yağıyor.Ama keyfimi hiçbir şey kaçıramaz bugün.Sekiz yıl önce minik bir kız çocuğuyken gördüğüm Merve’yi genç bir kız olarak göreceğim..Çok heyecanlıyım.Sekiz yıl önce sadece “Savaşa Hayır” konulu bir yazı yazdığı için okul müdürünün tepkisine maruz kalan minik cesur yürek.
Hiç yılmadı, yazdığı yazının arkasında durmayı bildi.

Evet o cesur yürek karşımdaydı dakikalar önce.Kot şapkası, kırmızı montu yoktu belki ama masum, ürkek bakışları hala yerindeydi.Oldukça zeki ve duyarlı bir genç kız olmuş.Yetiştirilmesinde ve eğitiminde hiçbir katkım olmamasına rağmen sadece önceden tanımış olmak bile Merve ile gurur duymamı sağladı.Anne ve babasının mutluluğunu düşünemiyorum.Merve de benim gibi yürümeyi,seyahat etmeyi, fotoğraf çekmeyi çok seviyor.Ara ara yol arkadaşım olabileceğini söyledi.Çok değerli bir şeyi kaybedip , sonra yeniden bulmanın hazzını yaşadım.İyi ki var Merve ve iyi ki benim güzel kardeşim.

Karmaşaya alışık bir İstanbul’lu olarak bu şehrin sinir bozucu düzeni dengemi bozdu.
Soğuğuyla , düzeniyle, güvercinleriyle,kuğularıyla güzeldi Ankara.Yine gideceğim bu sefer özellikle Merve için.Doyamadım çünkü.
Son olarak Ankara’ya gideceklere bir kaç minik uyarı.
1.Sıkı giyinin,şemsiye alın yanınıza.
2. Karşıdan karşıya kurallara uyarak geçin.
3.Dolu minibüslere boşuna el kaldırmayın.4.Onsekiz yaşından küçükseniz her kafeye girebilmeyi hayal etmeyin

16 Şubat 2011 Çarşamba

HALA BENİMLE


Yorganımdaki sigara yanığı

Çift ütülü pantolonun,

Porselen çay fincanın Mutfağımdaki yanık kokusu...

Soyut bir resmin, somut bir benle

Kulpu kırık maşrabam

Seni örten papatyalı pikem,

Beni örten sensizlik.

Islığımı çalan martı

Dilek tuttuğumuz o parlak yıldız.

Komodinimde dudak kalemiyle yazılmış ev numaran

Yan komşunun oğlundaki ürkek bakışlar

Simit fırınından gelen sıcak ekmek kokusu

Turkuaz mavisi yüzüğüm

Kan kırmızı gerçekler

Deniz’im olarak kalma ihtimalin

Mavi bir ayrılık duvarımda

Yargılanmamış kolonya şişesi

Hesaba çekilmiş beyaz bir ben

Tanık sandalyesinde kapı aralıkları

Sanık benim doyumsuz ruhum

Yeşil bir endişe yarına dair

Gözlerimde bir neşe, vuslata gebe

Kara kara sevdan, kana kana içişim

Hâlâ benimle...

Olmayan;

Başak sarısı sevdamız

Gri sabahlarımız

Yalın bir sen...

4 Ocak 2011 Salı

Aşk İkindim


Yüreğimi sürüye sürüye geldiğim kuytudayım şimdi

Masrafsız seyahatlerim, iç çekişlerim olmuş

Veresiye aşklara kalbimi kapayalı yıllar geçmiş

Benim beyhude ömrüme nice acılar yüklenmiş

Ellerimde hüznün sarısı,yüreğimde kırgınlığın boz rengi var

Sevdasız kaç yıl geçmiş, yürek tükenmiş

Adını sevda koyamadığım aşklarla çok bayramlar gelmiş geçmiş

Fark etmediğim günlerde uykusuzluk çekmişim

Sigaramı küllükte unuttuğum nice gecelere nice günler doğmuş

Nice kitaplar okmuşum, fikrimi okuyan olmamış

İlmine hayran olduğum doğanın bana armağanı ağır işleyen bedenim

Şimdi benim aşk ikindim

Yoo kabahti yok bu defa yüreğin

En az benim kadar aciz ve bezgin

Suçu gözlere atıyoruz,görmeseydi

Suçu akla atıyoruz, bilmeseydi

Yaz bitiyor,sonbahara az kalmış

Daha çok mevsimler devirmez mi bu beden?

Ben de uslanmayan aynı yürekle

Karanlığa gizliyorum sevdamı

Kendimden bile saklıyorum yürekteki kımıldamayı

Şaşırmıyorum

Yine geçiş izni olmayan limanı ben bulmuşum

Az daha uğraşsam tüm ülkelerde mahkum olurmuşum

Mahkumiyet ağır gelmezde, ederi nedir bu sevdanın?

Hayat bir defa yazılan ama silgisi olmayan bir defter

Nice karalamalardan sonra bu sevdayı kim bekler?

Aşkı yarın yaşayacaksın diyor en sevdiğim yazar

Bugüne dönmeyecek yarının kime ne hayrı var?

Karşı duramadığımız tek şey geçen zaman

Zaman içinde eriyen binlerce beden

Sayılı günlerle ömür gelir geçer

Saya saya bitmedi beyhude seneler

Sen diyemiyorum, aşk diyemiyorum

Sevda ile aramda aşılmaz ketler

Balkonda akşam serinliği,bende ise aşk sersemliği

Tanıyanlar yine diyor ki, -kızım bu da geçer

Bende avareliğe müsait bir mizaç var

Sende kendinden emin olmanın asil rengi

Bende duyulmamış sözlere özlem

Sende gidenlere söylenmemiş veda sözleri

Ben yarıda kalanların yasındayım

Sen yaşadıklarınla ömrün ortasında

İkimizin eşitliği bir aşk eder mi?

Sence bu bir heveste çabuk geçer mi?

Ahir ömre beş kalmış

Günler biter mi?

Şimdi benim aşk ikindim

Gece düşer mi?