15 Kasım 2011 Salı



Özgür Şehir


Bir zaman tutsaklığın, bir zaman hükümranlığın beşiği olan şehir...
Şehir; nazlı, mızmız. Şehir; karmaşık, düğümlü.Şehir; müsvedde, pervasız.
Şehir; lafazan, asalak. Şehir; kamuflaj, rota. Şehir; ambar, kalkan. Şehir;
hercai, özgür.


İstanbul...
Özgürlüğümün kenti, özgür kent. Hani uzun süre kullanıldığında, bağımlılık
yapan. Dışında kalınca, sanrılar görülen, titrenilen. Hani fazla
kullanıldığında bulantı yapan. İçine işleyince, sancılar çektiren, kıvrandıran.


İstanbul...
Pembe yanaklı yârin bir buse için her eğilişinde, kollar arasından süzülen
nazlı hâli. Bir yanında davul, zurna; bir yanında keman, piyano çalınan bir
karmaşa. Varoşun şehre, şehrin varoşa ekmek adına, sonsuza değin
düğümlendiği diyar. Her matemde, her yitirişte, her açlıkta alna biraz daha
kara çalan, karaladıkça, karalandıkça büyüyen kent.


İstanbul...
İnsana süslü paketlerle değil, tüm çıplaklığıyla açlığı, acıyı, çaresizliği
sunan şehir. Ve bu şehrin pervasız küfürbazları. Küfür, tek direniş. Küfür,
tek insanca yönü hayatın. Küfür, yaşadığına tek işaret.


İstanbul...
Konuştukça konuşulan. Söylenecek sözlerin hiç tükenmediği, tükenemediği
kent; tüm mahalleyi birbirine anlatan, lafazan Melahat abla misali. Kanım
gibi, canım gibi soluduğum kent. İçinde varlığımın, bir pirenin yaşamına
denk düştüğü ülke. Bir günün diğerinden farkı, sadece giysilerimdeki
tercihim. Yiyorum, içiyorum, giyiyorum, çıkarıyorum, uyuyorum, kalkıyorum,
yürüyorum ama koşamıyorum. Ben İstanbul´da yaşıyorum.


İstanbul...
Köyden kente göçerken, ahtı vardır her bir kişinin. "Döndüğümde çok
değişeceğim, farklı olacak her şey, çok güzel olacak." Açlığını, korkularını
gizler İstanbul´a. Kimisi kan davasından kaçar, gizlenir. Şehrin, korkulanı,
kanı üstüne almadığını bilmez. Masumca gizlendiği bu diyar, sahnesi olur
kişinin. Doğaçlama oynar en büyük eserini,hayatını.


İstanbul...
Asla bir yön vermez hayatına. Yönünü şaşıranların şehridir İstanbul.
Doğrularla, insanca yaşarsan, yön vermeyecek kadar nekestir. Sen yeter ki
gururundan, insanlığından bir ödün vermeye gör; ne cömert, ne cömert! Sende bir parça insanlık kalmayıncaya dek, serer önüne tüm şaşalı nimetlerini. Yön vermiştir sana, hayatına, insanlığına.


İstanbul...
Asırlardır üzerine aldığı insanlığın yüküyle tahıl ambarına dönmüştür şehir.
Azık, açlık, dostluk, düşmanlık, gerçek, yalan... Her ne varsa acıtan,
coşturan, içinde saklı tutar, sen görmek isteyene dek.


İstanbul...
Günler günleri kovalayıp beceriksizliğin ayyuka çıktığında kalkanındır
İstanbul. "Yedi, bitirdi beni," dersin. "Aldı, hiç vermedi. Getirdi, geri
göndermeye merhameti de yok, niyeti de." Bir insanmışçasına nefret ettiğin
şehir, en önemli savunman olmuştur. İstanbul bu, işini bilir.


İstanbul bu...
Bir sever, bir terk eder. Bir kalbe binlerce sevdayı yükler. Bir yâri
öperken, diğerini okşar. Hercai kentin hercai yaşamları sahneden hiç
inmezler. Zamanla sevdayı yaşamışlıklarına ödül bile beklerler.


İstanbul...
Kiminin tutsaklığı, kiminin paşalığı, birinin nazı, diğerinin en büyük
karmaşası, bazılarının düğümü çözemediği. Kimini karaladıkça karalayan,
kimini aklaştıran. Ötedekini pervasız bir küfürbaz, beridekini hanım evladı
kılan. Birkaçını konuştukça konuşan bir lafazana çeviren, kimini ise ne
ettiğini, ne söylediğini bilmeyen bir asalağa döndüren. Bazılarının rotasına yön veren, birinin ambarı, bir başkasının kalkanı...

Ey şehr-i İstanbul, özgürlüğümün kenti.

Ey şehr-i İstanbul, hercailiğime tek kanıt.

Esaretinde özgürüm. Sen, hayatımın en önemli öğretmenisin.